8 Ocak 2015 Perşembe

ÇINAR AĞACI

Meryem heyecandan yerinde duramıyordu. Hemen Çınar Ağacı’na gitti. Ve ona içindeki sevincin nedenini anlattı. Bir anda güçlü bir esinti başladı.Sonra gök gürledi. Yağmur yağmaya başladı. Sanki Çınar Ağacı ona “Dur daha erken” demeye çalışıyordu. Ama Meryem yağmurun yağışını da güzel bir nedene bağladı. “Ey aşk bereketinle geliyorsun bana!”

Meryem daha 21’inde bıcır bıcır, samimi, içten, sempatik, güler yüzlü her daim pozitif bir kızdı. Konservatuvarda Türk Sanat Müziği Bölümü dördüncü sınıf öğrencisiydi.Yani erkeklerin dikkatini çekecek türden bir kızdı. Hem başarılı hem de neşeli. Erkekler fazla sıkıntıya gelemez ya ondan. Aslında Meryem’in çok fazla problemi vardı. Ama o kimsenin enerjisini almaya hakkım yok bu dünyada diye düşündüğünden kimseye sıkıntılarını anlatmazdı. Halbuki her gece kafasını koyduğu o yastık bir dile gelse kaç gözyaşı kusardı acaba? Ya o Çınar Ağacı? Evine yakın bir parkta kocaman bir Çınar Ağacı vardı. Meryem sadece o ağaçla dertleşirdi. Ağaç bu teselli edemez, ağlama demek istese diyemez, sarılmak istese sarılamaz. Ama Meryem ona çok güvenirdi. E haklı da Çınar Ağacı, Meryem’in anlattıklarını kimseye gidip anlatmaz. Meryem ona sarıldığında sırtından bıçaklamaz. Bıktım artık senin sıkıntılarından yeter, demez.

Bir gün arkadaşı Seçil ile üniversitenin bahçesinde otururken masaya Seçil’in arkadaşı geldi.
Seçil : “Merhaba Çınar, hoş geldin. Gel otur sana çay ısmarlayayım” dedi.
Meryem kalakaldı. Çınar mı? Benim Çınar Ağacı’mın canlısı bu ya. Çınar gelmiş hoş gelmiş. Diye geçirdi, içinden. Çınar masaya oturdu. Ve Meryem ile tanışmak için elini uzattı. 
Çapkın Çınar: Merhaba, Çilek Reçeli,dedi ve gülümsedi. Meryem önce iç sesini susturmaya çalıştı sonra hemen toparlandı. Çınar’ın bu durumu fark etmesini istemedi. Ve sadece “Merhaba”diyebildi. Seçil ile Çınar konuşmaya başladı. Meryem o sırada aklından bir sürü şey geçirdi. Sürekli konuştu iç sesi: Fark etse ne olacak ya, off ne güzel gözleri var resmen gözlerinin içi gülüyor. Hoşlandım işte ondan. Bundan daha doğal ne olabilir ki?  Sonra arkadaşı Seçil ile konuşmalarını hatırladı: “Erkekler, onlara olan sevgini belli ettiğinde değişirler. Akıllı ol Meryem. Kime aşık olursan ol. Belli etme!” İç ses : “Ya niye belli etmemeliyim o da senin benim gibi insan. Offf sussana iç ses git git çabuk kolaysa dış ses olsana yemezler di mi, sus sus ne olur sus…”
Seçil: Meryem burada mısın?
Meryem : Hıh evet.
Seçil: Çınar işi vardı, gitti. Hadi biz de kalkalım.
Meryem : Peki.Meryem öylesine iç sesiyle boğuşmuştu ki Çınar’ın gittiğini bile fark etmedi. Hala iç sesi ona “Sana Çilek Reçeli dedi, sana Çilek Reçeli dedi lalalalala…” diyip duruyordu.
Çınar bir bankacıydı. Yeşil gözleri vardı. Ayrıca gözlerinin içi gülüyordu. Çok olgun bir yapıdaydı. Ama Meryem kadar hareketli değildi. Fakat eğlenmeyi severdi. Çınar da hoşlandı, Meryem’den. Ama o birine bağlanmak istemiyordu. Meryem o kadar bu dünyadan değil ki o kadar saftı ki ondan uzak durmalıyım diye düşündü. Fakat kendine engel olamadı.
Günler, haftalar, aylar geçti. Çınar artık daha sık okula geliyordu. Meryem sürekli bıcır bıcır bir şeyler anlatıyordu. Meryem o kadar çocuktu ki Çınar “Hayır ona bunu yapamam” dese de kendini alamıyordu. Böyle geçiyordu günler.
Bir gün Seçil ile Meryem yürürken,
Meryem : Seçil bugün bizde kalsana?
Seçil: Hayırdır?
Meryem : Sorma bir şey kal işte.
Seçil : Tamam, tamam.
Akşam oldu. Eve geldiler. Meryem ile Seçil, Meryem'in odasına geçti. Meryem, Seçil’e aşkını anlatıp duruyordu. Meryem’e göre aşkın kuralları yoktu. Seçil de bunun farkındaydı ama Meryem’i uyarmak istedi: Birinci kural ilk mesajı sen atma o atsın. İki  Mesaj attığında hemen cevap verme.  Üç aman ha ilk davet ondan gelsin. Dört sakın kendini kaptırma! 
Meryem araya girdi, "Beşşşş yok devenin nalı. Ya niye peki?"
Seçil : Çünkü erkekler….
Meryem : Tamam sus dinlemek istemiyorum. Yok erkekler şöyle yok erkekler böyle. Sen Allah ile sözleşme mi imzaladın? Ne kadar zamanın kaldığını, ne zaman öleceğini biliyorsun sanırım. Benim senin kadar zamanım yok hanımefendi. Belki ona olan aşkımı söyleyemeyeceğim ama sonuna kadar yaşayacağım. O söyleyene kadar ya da söylemeyene kadar bilmiyorum sadece anı yaşayacağım. Benim için anlar değerli Seçil Hanım!
Seçil : Ah Meryem ah… Çocuksun sen. Ya görmüyor musun? Adam seni sallamıyor bile. Senin hangi derdini sıkıntını derinlemesine biliyor?  En son ne zaman herhangi bir konuda sana yardım etti?  Baksana o işinde gücünde. Görmüyor musun sadece müdür olmak için uğraşıyor. Seninle ilgilenmiyor bile. Arada bir gelip kendi gönlünü hoş ediyor o kadar. Yapma be Meryem. Neyse ben uyuyorum. İyi geceler.
Doğru diyebildi. Meryem ama içinden sonra yine sessizce gözyaşlarını döktü.
Aradan bir yıl geçti. Çınar ile hala arkadaşlardı. Fakat eskisi kadar… Hayır bu cümleyi kurmak istemiyordu. Onu uyaran hiç kimseyi haklı çıkarmak istemiyordu..
Meryem okulu bitirmişti ve üniversitesindeki hocasının asistanlığını yapıyordu. Bazen de hobi olarak bir kafede şarkı söylüyordu. Aynı zamanda kariyeriyle ilgili bir haber bekliyordu. Yurt dışında ulusal müziği destekleyen bir programa Türk sanatını temsil etmek adına başvurmuştu. Çınar gitgide uzaklaşmıştı Meryem’den. Zaten artık o bir banka müdürüydü!
Meryem uzun bir süre kendini suçladı. Çınar Ağacı’na gitti  : “Çok mu çirkinim yoksa ya da çok mu konuşuyorum? Onu kıracak bir şey mi yaptım? Diye aynı soruları tekrarlayıp durdu.
Sonra umutsuz bir şekilde gözleri yaşlı evine gitti. Hayat onu gerçekten yormuştu. Aslında Çınar değildi sadece onu yoran. Aşk olsa güzel olurdu belki diye düşünüyordu ama bu kadar incineceğini hesaba katmamıştı. Enerjisinin bittiğini hissetti. Bilgisayarının başına oturdu. Bilgisayar ekranında kendi gölgesini gördü. Gülümsedi ama hiç de samimi değildi. İç sesi harekete geçti tekrar. "Aaa bugün günlerden ne? Açıklanmış olmalı!" 
Meryem heyecanla internetten sonuca baktı.
Meryem : “Kazandım, kazandım!!! Ellerini yukarı kaldırdı ve haykırdı: "Şükürler olsun Rabb'im!"
Böyle sevinirken bir an duraksadı gözü bilgisayarının arkasına düşen bir kağıda takıldı. Eline aldı okumaya başladı. Ne çok severdi bu şiiri...



"...Her zamanki gibi yaşayacaksın sen. “Acılara tutunarak”
yaşamayı Öğreneli çok oldu. Hem ne olmuş yani,
yalnızlık o kadar da kötü bir şey değil. Sen mutluluğu
hiçbir zaman bir tek kişiye bağlamadın ki…. 
Epeydir  eline almadığın kitaplar seni bekliyor.
Kitap okurken de mutlu oluyorsun unuttun mu? 
Kentin hiç görmediğin sokaklarında gezip yeni yaşamlara tanık olmak da keyif
verecek sana.  Yine içeceksin rakını balığın yanında.
Üstelik dilediğin kadar sarhoş olma özgürlüğü de çabası….

Sen yüreğinin sesini dinleyenlerdensin ve biliyorsun
asolan yürektir.Yürek sesi ne bilmeyenler, ya da bilip de duymayanlar acıtsa da içini unutma; yasadığın sürece o yürek var olacak seninle birlikte. 
Sen yeter ki koru yüreğini ve yüreğinde taşıdığın sevda
duygusunu. Elbet bitecek güneşe hasret günler.
Ve o zaman kutuplarda yetişen cılız ve minik bitkiler
değil, güneşin çiçekleri dolduracak yüreğini…" #NAZIMHİKMETRAN

Gülümsedi. Bu sefer samimiydi de. Her şeyi yaptım mı diye düşündü. Hayır, dedi. Son bir şey kalmıştı. Hemen bir kağıt kalem aldı eline,

MERHABA ÇINAR AĞACIM,
Şimdi söyleyeceklerimi yazmakta bir an bile tereddüt etmedim, emin ol.
Hatırlar mısın? Beraber geçirdiğimiz günleri. O günlerde o kadar içten gülerdin ki bana işte o zaman dedim, Çınar’ın yüreğinde bir iz bıraktığımdan artık eminim diye. Belki ağzından hiç duyamayacağım o iki kelimeyi ama sevmek sadece sevdiğini söylemek değildir ki. Bazen küçücük bir gülümsemedir. Ben senin gözlerinin içinin güldüğünü gördüm, Çınar. Şu anda ben de sana söylemeyeceğim, o iki kelimeyi ama  “Rabb’im sana öyle güzel öğretmiş ki gülmeyi. O gülen gözlerin hiçbir zaman hüzün yüzü nedir, gözyaşı nedir bilmesin.”

  İclal ablamın da dediği gibi “Belki de yokluğunu hiç yaşamadığı için bilemiyor insan bir kavanoz reçelin pırlanta yüzükten daha kıymetli olabileceğini." "GİDİYORUM..."                                                                                                                                                          ÇİLEK REÇELİ
                                                                                                                   
  Meryem, iki gün sonra elinde valiziyle Çınar’ın çalıştığı bankaya gitti. Çantasından mektubu çıkardı, kapıdaki görevliye uzattı: “Bunu Çınar Bey’e verir misiniz?” dedi.
Görevli: Tabi, efendim.
Meryem kapının önünde biraz bekledi. Çınar’ın mektubu aldığını gördükten sonra kulağına kulaklığını taktı. Her zamanki gibi gülümsedi. Ve havaalanına gitti.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder