Sezen söylüyor o
içiyordu aslında içmesini de pek bilmezdi de şarabı pek severdi. Önce Sezen’den
dinledi “Yalnızlık Senfonisi”ni sonra Sertap’tan, Candan’dan, Model’den, Serenay’dan… Bir yandan içiyor bir yandan
şarkı bittikçe başa alıyordu…Hani bazen bir şarkıyı kusana kadar dinlemek
istersin. O söyler sen ağlarsın. O söyler sen içersin. Sen haykırırsın aslında
ama o söyler senin yerine. Bu şarkı da öyle bir şarkıydı bugün onun için işte. “Alışır
her insan alışır her insan zamanla kırılıp incinmeye…” Alıştım mı diye sordu
kendine. Alışsa bu kadar içer miydi? Bu
şarkı dönüp dururken gözyaşları yanağını yakar mıydı? Eli telefona gitti.
Telefon rehberinde o kadar çok kişi vardı ki. Gözlerine inanamadı Benim
bu kadar arkadaşım mı varmış, diye düşündü bir an öyle baktı kaldı telefona.
Eee bu kadar arkadaşım varsa neden bu saatte arayabileceğim beni dinleyebilecek
kimse yok? Birçok kişi onu arardı oysa. Ama onun arayacak tek bir arkadaşı bile
yoktu ne garip. Kim sorsa ona nasılsın diye iyiyim diyordu zaten. O da anlatmak
istemiyordu. Öyle biri olmalıydı ki bu
arkadaş onu aradığında ne oldu, anlat dememeliydi. Sadece birden kapısında belirivermeliydi onu
gözü yaşlı karşılayan arkadaşını gördüğünde koy bir Türk kahvesi de kız hem
türkü söyleyelim hem ağlayalım demeliydi. Sonra öylece omzunda saatlerce
ağlamalıydı. Akşam huzurla uyumalıydı. Sabah
kalktığında hiçbir şey olmamış gibi bir çocuk misali sesleri kısılana kadar çatlayana kadar gülmeliydiler. Ama anlat dememeliydi asla. Her anlat diyen. Önce
anlattırıyor. Sonra canını yakıyordu. Anlat demesin. Yanında olsun sadece. Sonra öyle plan
yapmadan onu aradığında haydi bu hava kaçmaz biraz nefes alalım dediğinde
itiraz etmesin. Nasılsın sorusunu sadece kibarlık olsun diye sormasın. İyiyim
iyi rolünü yapmasına izin vermesin. Ağlamaya başladığında sen güçlüsün bak hayatta
neler var demesin. O anda o yükün ona ağır geldiğini anlasın. Ama anlat demesin…
Anlat demesin…
27 Mart 2015 Cuma
21 Mart 2015 Cumartesi
PAMUK ŞEKERİ
Ah
be çocuğum ne çok severdin pamuk şekerini. Pamuk şeker makinesinin önünde
saatlerce sıra beklerdin.
“Heyyy bey amcaaa ben
pembe istiyoyummm sayıyı Ahmet’e veyyy”
“Bak yaaa sennn benim
aykamdaydınnn Ahmet! Pamuk Amcaaa yaaa o
benimdi ama yaaa o sayı istiyor ben pembeee!!!
Hah
şimdi ne garip ne çocuk çığlıklarının sırası var ne makine var ne de Pamuk Amca...
Bütün çocukluğum o kutunun içine sıkışmış gibi geldi bir an… Belki de şu
sıralar hayata karşı kendimi çok yabancı hissettiğimdendir. Anlam
veremediklerim arttı. Ha anlamak istiyor muyum o da tartışılır ya gerçi… Gün
bir anda bitiyor ama ben o gün yaşadım mı anlamıyorum. Sanki başka bir
alemdeyim. Bu alem iyice yabancılaştı bana. Ne zaman yabancılaştım bu kadar
hayata bilmiyorum. İçimi kanatan bir şeyler var ama adını koyamıyorum. Bir
kutup ayısı kadar çaresiz hissediyorum kendimi. Hah kutup ayısı da nereden çıktı
değil mi? Oldu mu buraya şimdi diyesiniz mi geldi di mi? Oldu oldu bal gibi de
oldu. Bilir misiniz kutup ayılarını avlamak için buzlaşmış karların içine jilet
gibi keskin baltayı yerleştirir, keskin tarafına kan sürerlermiş. Ayı gelip
kanı yalarken kendi dili de kesilirmiş. Ama kanın tadından dilin acısını fark
edemezmiş. Kendi kanını yalamaya başlarmış. Damarlarındaki kan tükenince olduğu
yere yığılır kalırmış. Avcıya da sadece gelip derisini yüzmek kalırmış. Kurşunla
vursa postu delinecek fazla para etmeyecek değil mi? İnsanlar da böyle çoğu
insanda gizli bir balta var. Seni yavaş yavaş kanattığını fark etmiyorsun. Daha
çok güveniyorsun daha çok sarılıyorsun. Gücünün tükendiğini aslında seni
tükettiğini bilmeden. Sen mutluyum sanıyorsun ama o senin enerjini günden güne bitiriyor
anlayamıyorsun ya da anlamak istemiyorsun. Hah sonra mı ne oluyor? Bir gün güçsüz düşüp yığıldığında istediğini
alıp gidiyor. İşte sonra da öyle bir masada bir kutunun içinden bağıran anılarını
izlerken buluyorsun kendini…
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)