27 Mart 2015 Cuma

ANLAT DEMESİN

Sezen söylüyor o içiyordu aslında içmesini de pek bilmezdi de şarabı pek severdi. Önce Sezen’den dinledi “Yalnızlık Senfonisi”ni sonra  Sertap’tan, Candan’dan, Model’den,  Serenay’dan… Bir yandan içiyor bir yandan şarkı bittikçe başa alıyordu…Hani bazen bir şarkıyı kusana kadar dinlemek istersin. O söyler sen ağlarsın. O söyler sen içersin. Sen haykırırsın aslında ama o söyler senin yerine. Bu şarkı da öyle bir şarkıydı bugün onun için işte. “Alışır her insan alışır her insan zamanla kırılıp incinmeye…” Alıştım mı diye sordu kendine. Alışsa bu kadar içer miydi?  Bu şarkı dönüp dururken gözyaşları yanağını yakar mıydı? Eli telefona gitti. Telefon rehberinde o kadar çok kişi vardı ki. Gözlerine inanamadı Benim bu kadar arkadaşım mı varmış, diye düşündü bir an öyle baktı kaldı telefona. Eee bu kadar arkadaşım varsa neden bu saatte arayabileceğim beni dinleyebilecek kimse yok? Birçok kişi onu arardı oysa. Ama onun arayacak tek bir arkadaşı bile yoktu ne garip. Kim sorsa ona nasılsın diye iyiyim diyordu zaten. O da anlatmak istemiyordu. Öyle biri olmalıydı ki  bu arkadaş onu  aradığında  ne oldu, anlat dememeliydi.  Sadece birden kapısında belirivermeliydi onu gözü yaşlı karşılayan arkadaşını gördüğünde koy bir Türk kahvesi de kız hem türkü söyleyelim hem ağlayalım demeliydi. Sonra öylece omzunda saatlerce ağlamalıydı.  Akşam huzurla uyumalıydı. Sabah kalktığında hiçbir şey olmamış gibi bir çocuk misali sesleri kısılana kadar çatlayana kadar gülmeliydiler. Ama anlat dememeliydi asla. Her anlat diyen. Önce anlattırıyor. Sonra canını yakıyordu. Anlat demesin. Yanında olsun sadece. Sonra öyle plan yapmadan onu aradığında haydi bu hava kaçmaz biraz nefes alalım dediğinde itiraz etmesin. Nasılsın sorusunu sadece kibarlık olsun diye sormasın. İyiyim iyi rolünü yapmasına izin vermesin. Ağlamaya başladığında sen güçlüsün bak hayatta neler var demesin. O anda o yükün ona ağır geldiğini anlasın. Ama anlat demesin… Anlat demesin…

21 Mart 2015 Cumartesi

PAMUK ŞEKERİ


 
          Geçenlerde bir kafede oturdum. Etrafı izliyordum. Karşı masada bir kız dikkatimi çekti. Daha doğrusu elinde yediği şeyi merak ettim. Öyle baktım bir süre. Aaaa bu pamuk şekeri değil mi? Yani şeyyy gözlerime inanamıyorum! Bir kutunun içinden parça parça alıp yediği şey Pamuk Şekeri! O an çocukluğum o kutunun içine hapsedilmiş gibi geldi. Boğazım düğümlendi sanki.

Ah be çocuğum ne çok severdin pamuk şekerini. Pamuk şeker makinesinin önünde saatlerce sıra beklerdin.  

“Heyyy bey amcaaa ben pembe istiyoyummm sayıyı Ahmet’e veyyy”

“Bak yaaa sennn benim aykamdaydınnn  Ahmet! Pamuk Amcaaa yaaa o benimdi ama yaaa o sayı istiyor ben pembeee!!!

Hah şimdi ne garip ne çocuk çığlıklarının sırası var ne makine var ne de Pamuk Amca... Bütün çocukluğum o kutunun içine sıkışmış gibi geldi bir an… Belki de şu sıralar hayata karşı kendimi çok yabancı hissettiğimdendir. Anlam veremediklerim arttı. Ha anlamak istiyor muyum o da tartışılır ya gerçi… Gün bir anda bitiyor ama ben o gün yaşadım mı anlamıyorum. Sanki başka bir alemdeyim. Bu alem iyice yabancılaştı bana. Ne zaman yabancılaştım bu kadar hayata bilmiyorum. İçimi kanatan bir şeyler var ama adını koyamıyorum. Bir kutup ayısı kadar çaresiz hissediyorum kendimi. Hah kutup ayısı da nereden çıktı değil mi? Oldu mu buraya şimdi diyesiniz mi geldi di mi? Oldu oldu bal gibi de oldu. Bilir misiniz kutup ayılarını avlamak için buzlaşmış karların içine jilet gibi keskin baltayı yerleştirir, keskin tarafına kan sürerlermiş. Ayı gelip kanı yalarken kendi dili de kesilirmiş. Ama kanın tadından dilin acısını fark edemezmiş. Kendi kanını yalamaya başlarmış. Damarlarındaki kan tükenince olduğu yere yığılır kalırmış. Avcıya da sadece gelip derisini yüzmek kalırmış. Kurşunla vursa postu delinecek fazla para etmeyecek değil mi? İnsanlar da böyle çoğu insanda gizli bir balta var. Seni yavaş yavaş kanattığını fark etmiyorsun. Daha çok güveniyorsun daha çok sarılıyorsun. Gücünün tükendiğini aslında seni tükettiğini bilmeden. Sen mutluyum sanıyorsun ama o senin enerjini günden güne bitiriyor anlayamıyorsun ya da anlamak istemiyorsun. Hah sonra mı ne oluyor?  Bir gün güçsüz düşüp yığıldığında istediğini alıp gidiyor. İşte sonra da öyle bir masada bir kutunun içinden bağıran anılarını izlerken buluyorsun kendini…