Ah
be çocuğum ne çok severdin pamuk şekerini. Pamuk şeker makinesinin önünde
saatlerce sıra beklerdin.
“Heyyy bey amcaaa ben
pembe istiyoyummm sayıyı Ahmet’e veyyy”
“Bak yaaa sennn benim
aykamdaydınnn Ahmet! Pamuk Amcaaa yaaa o
benimdi ama yaaa o sayı istiyor ben pembeee!!!
Hah
şimdi ne garip ne çocuk çığlıklarının sırası var ne makine var ne de Pamuk Amca...
Bütün çocukluğum o kutunun içine sıkışmış gibi geldi bir an… Belki de şu
sıralar hayata karşı kendimi çok yabancı hissettiğimdendir. Anlam
veremediklerim arttı. Ha anlamak istiyor muyum o da tartışılır ya gerçi… Gün
bir anda bitiyor ama ben o gün yaşadım mı anlamıyorum. Sanki başka bir
alemdeyim. Bu alem iyice yabancılaştı bana. Ne zaman yabancılaştım bu kadar
hayata bilmiyorum. İçimi kanatan bir şeyler var ama adını koyamıyorum. Bir
kutup ayısı kadar çaresiz hissediyorum kendimi. Hah kutup ayısı da nereden çıktı
değil mi? Oldu mu buraya şimdi diyesiniz mi geldi di mi? Oldu oldu bal gibi de
oldu. Bilir misiniz kutup ayılarını avlamak için buzlaşmış karların içine jilet
gibi keskin baltayı yerleştirir, keskin tarafına kan sürerlermiş. Ayı gelip
kanı yalarken kendi dili de kesilirmiş. Ama kanın tadından dilin acısını fark
edemezmiş. Kendi kanını yalamaya başlarmış. Damarlarındaki kan tükenince olduğu
yere yığılır kalırmış. Avcıya da sadece gelip derisini yüzmek kalırmış. Kurşunla
vursa postu delinecek fazla para etmeyecek değil mi? İnsanlar da böyle çoğu
insanda gizli bir balta var. Seni yavaş yavaş kanattığını fark etmiyorsun. Daha
çok güveniyorsun daha çok sarılıyorsun. Gücünün tükendiğini aslında seni
tükettiğini bilmeden. Sen mutluyum sanıyorsun ama o senin enerjini günden güne bitiriyor
anlayamıyorsun ya da anlamak istemiyorsun. Hah sonra mı ne oluyor? Bir gün güçsüz düşüp yığıldığında istediğini
alıp gidiyor. İşte sonra da öyle bir masada bir kutunun içinden bağıran anılarını
izlerken buluyorsun kendini…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder